Emek ve Varoluş Arasında: Her İşçi Grev Yapabilir mi?
Bir filozofun gözünden bakıldığında, grev yalnızca ekonomik bir eylem değil, insanın varoluşsal bir ifadesidir. Grev, insanın kendi emeğiyle kurduğu ilişkiyi yeniden tanımladığı bir andır; tıpkı Socrates’in “sorgulanmamış yaşam”ı yetersiz bulması gibi, sorgulanmamış emek de özgür değildir.
O hâlde soru yalnızca hukuki değildir: “Her işçi grev yapabilir mi?” sorusu, aynı zamanda etik, epistemolojik ve ontolojik katmanları olan derin bir sorgulamadır.
Etik Perspektif: Grev Bir Hak mı, Sorumluluk mu?
Etik açıdan grev, bireyin adalet ve vicdanla kurduğu bağın bir yansımasıdır. Immanuel Kant’ın “insanı araç olarak değil, amaç olarak görme” ilkesi, bu bağlamda önemlidir.
Bir işçi grev yaptığında, yalnızca kendi çıkarı için değil, insanlık onuru adına bir eylem gerçekleştirir. Bu, bireysel bir fayda arayışı değil, ahlaki bir duruştur.
Ancak etik aynı zamanda denge ister. Bir grev, toplumun temel işlevlerini aksatıyorsa —örneğin sağlık, güvenlik veya eğitim gibi alanlarda— burada etik ikilem doğar:
Bir insanın hakkını savunması mı, yoksa diğer insanların yaşam hakkını koruması mı daha değerlidir?
Bu ikilem, ahlak felsefesinin kadim sorusuna götürür bizi: “Bir eylem doğru olduğu için mi yapılır, yoksa sonuçları iyi olduğu için mi?” Grev bu sorunun toplumsal bir yansımasıdır.
Etik Bağlamda Sınırlılık
Türkiye’de yasal olarak her işçinin grev hakkı yoktur. 6356 Sayılı Kanun’a göre, yalnızca toplu iş sözleşmesi sürecinde anlaşmazlık yaşayan sendikalı işçiler grev yapabilir. Kamu görevlileri, güvenlik personeli veya kritik hizmetlerde çalışanlar bu hakka sahip değildir.
Bu hukuki sınırlılık, etik açıdan şu tartışmayı doğurur:
Bir hakkın yasayla kısıtlanması, onun ahlaki geçerliliğini azaltır mı?
Yoksa toplumun düzenini korumak adına bazı bireysel özgürlüklerin sınırlandırılması mı daha doğrudur?
Epistemolojik Perspektif: Bilgi, Bilinç ve Grev
Epistemoloji yani bilgi felsefesi, grev eylemini anlamanın merkezindedir. Çünkü bir işçi, grev yapabilmesi için önce kendi durumunu “bilmek” zorundadır.
Bilgi, farkındalığın ön koşuludur. Bilinçlenmemiş işçi, yalnızca çalışır; bilinçli işçi ise emeğini değerlendirir. “Her işçi grev yapabilir mi?” sorusuna epistemolojik açıdan yanıt aradığımızda şu ortaya çıkar:
Her işçi grev yapma potansiyeline sahiptir, ama bu potansiyelin eyleme dönüşmesi bilgiyle mümkündür.
Bu nedenle sendikalar, yalnızca örgütlenme araçları değil, aynı zamanda bilgi üretim merkezleridir.
Bir işçi, haklarını öğrenmediği sürece, özgürlüğünü talep edemez.
Tıpkı Descartes’ın “düşünüyorum, öyleyse varım” önermesinde olduğu gibi, işçi için de “biliyorum, öyleyse direnebilirim” ilkesi geçerlidir.
Grev, bu bilginin pratik karşılığıdır — farkındalığın eyleme dönüşmüş hâlidir.
Bilginin Sosyal Boyutu
Epistemoloji bireysel bir alan gibi görünse de, grev söz konusu olduğunda bilgi kolektifleşir.
Bir işçinin bilgiye ulaşması, diğerlerinin bilinciyle birleştiğinde güç doğurur.
Bu, kolektif öğrenme sürecidir.
Toplumun öğrenme biçimi, bireyin eylem biçimini belirler.
Dolayısıyla grev, epistemolojik olarak yalnızca “bilmek” değil, “birlikte bilmek” eylemidir.
Ontolojik Perspektif: Grev ve Varoluş
Ontoloji, varlığın anlamını sorgular. Bir işçinin varlığı, yalnızca üretimde değil, aynı zamanda üretimi anlamlandırmasındadır. Heidegger’in “varlık” anlayışı bize şunu söyler: İnsan, varoluşunu ancak eylemle gerçekleştirir.
Bu anlamda grev, işçinin varoluşsal bir beyanıdır.
Çalışma düzeni içinde sıkışmış, görünmezleşmiş emek, grev anında görünür hâle gelir. Grev, “ben de varım” diyen işçinin ontolojik çağrısıdır.
Ama burada da bir paradoks vardır:
Bir yandan var olmak için çalışmak gerekir; diğer yandan varlığını göstermek için çalışmayı durdurmak gerekir.
Bu ikilik, işçinin modern dünyanın en büyük çelişkilerinden birinde yaşadığını gösterir:
Üretmeden var olamaz, ama bazen üretimi durdurmadan da insan olamaz.
Sonuç: Grev Bir Hak mı, Bir Felsefi Deneyim mi?
“Her işçi grev yapabilir mi?” sorusu, yalnızca yasaların değil, insanın doğasının da sorusudur.
Etik açıdan bir vicdan meselesi, epistemolojik açıdan bir farkındalık süreci, ontolojik açıdan ise bir varoluş biçimidir.
Grev, emeğin ötesinde bir şeydir — insanın kendini yeniden tanımladığı bir eylemdir.
Peki siz, çalıştığınız işte kendi varlığınızı hissediyor musunuz?
Bir haksızlık karşısında susmak mı, yoksa durmak mı daha anlamlıdır?
Yorumlarda düşüncelerinizi paylaşın; çünkü her düşünce, insanın kendini yeniden inşa etme sürecinin bir parçasıdır.